31 Aralık 2012 Pazartesi

29 Aralık 2012 Cumartesi

Hüsnükuruntu yapmış!

Demin oturmuş okurken, gayet güzel giden çeviri birden tüylerimi diken diken ediverdi. Öyle batıyordu ki, kötü Türkçe'nin yanı sıra, kötü çeviri olma ihtimali de yüksek görünüyordu. Üşenmedim, kalkıp baktım, kombiniere: işte kitaptaki Türkçe'si ve İtalyanca'sı;
"Hüsnükuruntu yaptığımı düşünebilirsin tabii"
"puoi darmi del visionario, se vuoi"

1- 'Visionario'nun karşılığı nereden 'Hüsnükuruntu yapmak' oluyor? Dylan'ın hep yaptığı "ben de mi hayâl görüyorum yoksa" muhabbetinden başka bir şey değilken... "hayâl gördüğümü/ hayâl kurduğumu/ hayalci olduğumu söyleyebilirsin/ düşünebilirsin" demek varken...

2- 'Hüsnükuruntu yapmak' da ne demek oluyor? bu hüsnükuruntu nasıl yapılıyor ayrıca merak ettim? Benim bildiğim, bizim dilde 'hırsızlık' yapılır, 'hatâ' yapılır, 'zinâ' yapılır, 'dolma' yapılır ama 'panik' yapılmaz, 'vicdan' yapılmaz, 'alkış' yapılmaz hele 'hüsnükuruntu' hiç yapılmaz!

Yapmayın yani!

İngilizcedeki gibi, ekle sonuna (onlar başına ekliyor) bir 'yapmak' (make) veya 'olmak' (be), tamamdır. Bu kötü çeviri Türkçesi (özellikle TV film çevirileri sayesinde) böyle giderse zemin bulacak diye korkuyorum.

*Not; Sözkonusu kitap, Dylan Dog - Karanlık (İl Buio). Eleştirim, aslında Ali beyin çevirisinden yola çıkarak yapılmış bir genellemedir. Bu hatâ, çevirinin genelinde ele alındığında çarpıcı olmakla birlikte münferittir.

26 Aralık 2012 Çarşamba

Dredd 3D


50 milyon dolar bütçeyle çekilmiş, İngiliz, Amerikan ve ne hikmetse Hindistan ortak yapımı 2000 AD sayfalarından fırlamışcasına başarılı bir İngiliz ÇRının medarı iftiharı Judge Dredd uyarlaması. Son yıllarda yeniden ele alınan Batman, Superman ve diğerleri gibi, bu film de eski plastik Holywood mekânlarından sıyrılmış, tam anlamıyla hiperrealistik platformlar ve çarpıcı efektlerle etkili olmayı iyi başarıyor. Carlos Ezquerra'nın kalemine uygun bir oyun verdiğini düşündüğüm Karl Urban'ı çenesi ve ağzıyla izliyoruz baştan sona. 

Post-apokaliptik (ve de distopik) filmleri her ÇR ve bilimkurgu sever kesinlikle kaçırmaz, bilirim.... Ben buna, insanoğlunun önlenemez yükselişinin aldığı korkutucu ivme karşısında, içimizde oluşan geleceğe karşı güvensizlik hislerimizin neden olduğunu düşünürüm. O yüzden bu tarz filmler hepimizi çeker. 'Escape from New York', 'Mad Max', 'Omega Man' eskilerden bir çırpıda hatırladıklarım. Bir çok yeni örneğiyle birlikte Judge Dredd 3D de arşivimde yerini alıyor. Siz de bir bakın, henüz izlemediyseniz. Özellikle muazzam özel efektleri ile sinemada izlenmeyi hakkediyor.

25 Aralık 2012 Salı

Yerli Bilimkurgu


* Akbaba'ya takıldık ya... Bir Semih Balcıoğlu ve iki Cafer Zorlu örneği. 'Eller aya, biz yaya' durumuna üç örnek. Sene 65...

18 Aralık 2012 Salı

Straponten ve Yeşil Kaplan


Straponten ve Yeşil Kaplan
(Strapontin et le tigre vert)
1960 tarihli, dizinin 2. hikâyesi
Yazan: Goscinny
Çizen: Berck

Diziyi bilenler, karakterlere aşinadırlar. Miss Lou, Patatah Mihracesi ve küçük oğlu Rami ile Straponten'in ilk karşılaşması bu. Kendileri daha sonraki kitaplarda da görünecekler.


Çalışırken karşılaştığım  bazı ilginçliklerden de söz etmeden olmaz: Mihracenin adı neden 'Jorj' (Georges) anlamış değilim. İsimlerde gariplik bununla bitmiyor, sonlara doğru geçen iki isim, 'Rahat' ve 'Lukum' (büyük ihtimalle 'Lokum')... Sanırım Goscinny'nin Türkiye'den öte isimlerle ilgili sorunu varmış. Aslında başta yolculuk sırasında Hindistan'la Pakistan'ın yerlerinden tersine söz ediyor diye düşündüm, Hindistan'dan geçip Pakistan'a geliyorlardı. Fakat sonra aklıma geldi ki, Bangladeş bu kitap yazıldığında Pakistan'ın parçasıydı, bağımsızlığı 1971. Siz de aynı hatâya düşmeyin.

Çeviri ile ilgili bir not: Loch Ness Canavarında olduğu gibi Britanya Fransızcasından doğan arızalı ifadeler bu hikâyede de mevcut ve tabi aktarılamadı. Örnek;
"Oune bon dîner attend ", oune=Un(bir), vô=vous(seni) gibi.

Bu hikâyede de bir şarkımız var, 10. sayfada. Bu sefer bir çocuk şarkısı; 'Il était un petit navire' (O küçük bir gemiydi). Türkçe uyarlaması 'Bir küçücük aslancık varmış' olan şarkının orijinalini merak edenler bakabilirler, çok hoş hem de karaoke usulü;

16 Aralık 2012 Pazar

Mrs Peel ve Lion


Slinky_616 paylaşmış, çok sevdim. Ben de sizlere aktarmak istedim.

Fotograf, 'The Avengers' sezon 4, bölüm "Tarih Duygusu"ndan. St. Bodes Academisinde, Mrs Peel sınıfta masaları kontrol ediyor ve 15.mayıs.1965 tarihli, kapağında Robot Archie'yi gördüğünüz Lion dergisini karıştırıyor. (Bu sayı aynı zamanda geçenlerde keşfettiğimiz 'bizim Kaplan' dergisindeki 'Canavar Tohumu' hikâyesinin orijinal yayınının (Plants of Peril) ilk sayısı.)
Dizinin bu bölümü derginin yayınlanmasından yaklaşık sekiz ay sonra, ocak/şubat.1966'da çekilmiş.

14 Aralık 2012 Cuma

9 Aralık 2012 Pazar

Akbaba Nick Knatterton'a Karşı - bölüm 2

Akbaba Nick Knatterton'a karşı

1965'in ilk sayısında başlayan 'Casuslara Karşı' hikâyesiyle Knatterton'un 'Zehir Hafiye' adı altındaki Akbaba serüveni 5 sayı devam ettikten sonra, bir hafta şeker bayramı arasından dönüşte birden çarşaflıyor. Bakıyoruz ki Zehir hafiye estetik ameliyatıyla suratını değiştirmiş, "Çok yumuşak bir tip oldum yahu" diye yakınıyor. Çizgilerdeki bariz değişim ise gözden kaçacak gibi değil. O günlerde saf saf okuduğumuz sayfaları şimdi orijinaliyle karşılaştırdığımızda, orijinal hikâyeyi kullanmayı sürdürme endişesiyle yerli çizerimizin bir sayfa süren atraksiyonla, yeni durumu hikâyenin orijinal akışına yedirme çabasını izliyoruz. 
Örneklerde Knatterton'un şapkasına birileri tarafından yerleştirilen transistörlü  vericiyi izlediği kareye karşılık, Zehirin elinde bir ayna var, yeni suratını izlemekle meşgul. Zaten sayfa sonunda da "Çaktım! Zehir öldü, yaşasın Hızır hafiye!" diye bağlamayı çekip işi bitiriyoruz! Serüven bundan sonraki sayılarda 'Hızır Hafiye' olarak sürüyor, senaryo orijinal Knatterton senaryosu olarak kalmak üzere... (Yerli çizerin kimliği hakkında tahmin yürütmek mümkün ama spekülasyona gerek görmüyorum. Ayrıca bir önemi de yok artık.)

Nasıl ama? telif problemine karşı bizde çare tükenmez! En azından sorunun bu olduğunu söylemek mümkün. O yıllar, çizgiromanların aydıngerle kopyalandığı, yabancı bestelerin üzerlerine söz yazılıp aranjman diye yutturulduğu, hattâ eser pek tanınmıyorsa yerli beste diye kakalandığı, üniversitelerde batıdan akademik yayın intihallerinin gırla gittiği, kimin eli kimin cebinde belli olmayan zamanlar olduğu için, Knatterton'un başına gelenin de farklı bir şey olmadığını düşünmek çok doğal değil mi?

Nick Knatterton'un 'Das Geheimnis Der Superbiene' (Süper Arının Sırrı) adlı 8. hikâyesidir bu muameleye maruz kalan. Yazının sonunda, orijinali ile birlikte, Akbaba'lardan derlediğim hikâyenin tamamını sizlerle paylaşıyorum. Şimdilik okumaya devam ediniz! Çünkü bununla bitmiyor...


Varan iki!
Aradan 10 hafta geçiyor ve aradaki duyurularla birlikte, Akbaba yeni bir çizgihikâyeye başlıyor; Nazik Sülüman! Çizen Yalçın Çetin... Daha önce yine Akbaba’da ‘Gündüz İnsan Gece Hırt’ ile pek sevilen bir imza Yalçın Çetin. Ne çıkacak diye bakıyoruz, ilk sayı özgün görünüyor, gerçi sunum pirelendirmiyor değil. Ama işte İki sayı sonra endişemizi boşa çıkarmıyor ve bu sefer Nick Knatterton’un 6. kitabı ‘Die Million Im Eimer’ (Kovadaki Milyon) baştan birkaç sayfa atlayarak birebir taklit yoluyla bizlere sunuluyor.
(Bu hikâyeyi de eksik tek sayfasını bulduğumda beğeninize sunacağım.)
Ve yine bitmiyor...

Varan  !
Knatterton’un 6. Kitabı, oldukça bahtsız... İlerliyoruz, 1966’nın Akbaba 13. Sayısına geldiğimizde, bu sefer bir James Bond parodisine başlıyoruz. İmza ise Bülent Şeren. Yine derginin gedikli çizerlerinden biri, karikatürleri, ve daha öncesinde haftalık dizi halinde yaptığı Alphonse Daudet’den Taraskonlu Tartaren resimlemesi ve Güliver gibi de nitelikli edebiyat uyarlamalarıyla sevdiğimiz bir çizer. Ne yapıyor biliyor musunuz? Daha önce Yalçın Çetin’in ‘Kovadaki Milyon’un başında kullanmadığını söylediğim o bir kaç sayfayı herhalde israf olmasın diye bu yeni dizinin girişinde değerlendiriyor! Ve karşınızda Ceymis Bont 003½ !

İşte mizah dergiciliğimizde, gülsek mi yoksa ağlasak mı bilemediğimiz bir garip intihal vak’ası. Eminim daha kurcalansa arkası gelecektir ama ben pes ve sonra da pas diyorum!..  Gerisi takdirinize kalmış.

8 Aralık 2012 Cumartesi

Akbaba Nick Knatterton'a Karşı - bölüm 1

(Garip bir intihal vak'ası)

Bir zamanlar Akbaba...

Akbaba dergisi 1922'de eski harflerle yayınına başlayıp, 1933'de lâtin alfabesine geçip, 1977'ye kadar hayatını sürdüren (55 yıl) kendi alanında en uzun ömürlü süreli yayındı. Kurucuları, yeni nesillerin pek de tanımayacağı Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon'du. Aktüel, politik ve biraz da erotik kapsamlı bir mizah dergisiydi. Yani, Gırgır, Fırt vs ekolünden önce Akbaba vardı.

Zengin içeriğe sahip derginin hep zengin bir yazar-çizer kadrosu da olmuştu. Ben yetiştiğim devreden örneklersem; Başyazar Yusuf Ziya Ortaç, Aziz Nesin, Nimet Arzık, Şemsi Belli, Adnan Veli, Ergin Ortaç, çizerlerden; Necmi Rıza, Zeki Beyner, Burhan, Cafer Zorlu, Semih Balcıoğlu, Mim Uykusuz, Bülent Şeren, geçmişde Cemal Nadir, Ali Ulvi, Ramiz Gökçe, Münif Fehim sayılabilir bir çırpıda.

Başyazarın politik makalelerinin devamında, genelde tamama yakını sol kabul edilen yapıda bir kadronun elinden çıkma Mizah öyküleri ve karikatürlerin aralarında fıkralar, bir-iki şiir, bir öykü çevirisi, tarihten derlemeler, bir ya da iki tam sayfa süreli çizgi roman ki bunların bazıları edebiyat uyarlamaları oluyordu, ve gitgide arka sayfalara doğru dünya karikatüründen örnekler içeren sayfalar yeralmaktaydı. Unutmadan, Turhan Selçuk'un Abdülcanbaz'ının ilk yayın platformu da bu çizgiroman sayfalarıdır. Bir diğer not da, bu dünya karikatürleri her nedense, Fransız, Amerikan kökenli hafif erotik nitelikli işlerdi 60'lı ve 70'li yıllarda. O devrin Türkiye'sinde biraz Müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibiydi ama olsun, çağdaşlaşıyorduk ya!

Şimdi dönüp baktığımda, nostaljik keyfinin yanı sıra, dönemle ilgili aydınlatıcı belge niteliği taşıdığını da düşünüyorum bu derginin. Bugün yakın tarih üzerine tartışılan pek çok konuda, doğrusu-eğrisiyle, o zamanın ruhunun yansıdığı bir kaynak.


Çaktım! Ben bir klasiğim!
Nick Knatterton'un Türkiye Serüveni

Asıl konumuz Akbaba'nın tanıtımı olmamakla birlikte, bir önbilgilendirmenin tanımayanlara faydası olacaktır diye yaptım bu özeti. Şimdi gelelim Ülkemin mizah dergisinin, Almanın Hafiye çizgiromanıyla karşılaşmasının hikâyesine;

3~4 sene kadar önce Almanlar çizgiroman üzerine neler üretiyorlar diye bakınırken, 1950-59 arasında ses getirmiş, Manfred Schmidt (1913-99) adlı çizerin Nick Knatterton adlı çizgi dizisine rastgelmiştim. Bir tür dedektif, Sherlock Holmes parodisi olan çizgiromanın kahramanı Holmes gibi pipo içer, Holmes'un ekose pelerinine karşılık ekose takım giyer. Hedef kitlesi daha ziyade yetişkinler olan Nick Knatterton, Almanya'da yayınlanmaya başladıktan sonra Schmidt'in özgün çizgi ve anlatım tarzıyla kısa sürede büyük başarı kazanmış ve sanatçının stüdyosunda animasyon haline de getirilmişti.

İşte bu karşılaşma beni doğrudan Akbaba'lı yıllarıma götürüverdi. (Milliyet Çocuk'a da götürebilirdi ama ben MÇ yıllarında bir erişkin olarak artık çocuk dergileriyle hemhâl olmuyordum). Daha sonra araştırmaya giriştiğimde, Nick Knatterton'un aynen hatırladığım gibi 1965 yılında Akbaba'da yayınlandığını buldum. Eğer 30 yıl kadar önce bir gaflet anında aile kararıyla yaklaşık 12~13 senelik eksiksiz Akbaba birikimini yok bahasına satmamış olsaydık her şey çok daha kolay olacaktı benim için. Tabi iş bu kadarla bitse yine iyiydi, asıl hikâye bununla başlıyor.

Evet, Nick Knatterton 1965 1. sayı itibariyle Akbaba'da Zehir Hafiye adıyla yayınlanmaya başlanmıştı. Zehir deyince hemen bilenler bağlantısını kurmuş olacaktırlar, 70'li yıllarda Nick Knatterton'un bazı hikâyeleri Milliyet Çocuk'da da yayınlanmıştı, Halit Kıvanç çevirisiyle ve aynı adla... Buradan geri giderek baktığımızda, sanıyorum Kıvanç, bu çevirilere 1965'de Akbaba'daki söz konusu serüven kapsamında başlamış bulunmaktaydı. Bilerek söylemiyorum, çünkü Akbaba’da bu hususta bir veri bulunmamaktaydı, sadece bağlantıları bir araya getirerek sonuç çıkarıyorum. Yani, Kombiniere! (Keşke Halit bey bir şekilde konuya ışık tutsa, ben teyid ettirmek için kendisine bir erişim yolu aradım ama bulamadım.)

Knatterton'un Alman diline yerleştirdiği 'Kombiniere:' ifadesi (combine, combined, birleştirmek, birbirleriyle bağlantısını kurmak anlamında) Kıvanç tarafından o müthiş adaptasyon yeteneğiyle 'Çaktım!' olarak aktarılmıştı önce Akbaba'da sonra MÇ'da. Orijinalinde olmadığı kadar argoyla Akbaba'nın o hafif erotik havasına da uyabilecek şekilde bir Öztürk Serengil üslubu kullanılarak ('temem mi, temem' gibi) başlayan epey eğlenceli çeviri, tabi ki MÇ kapsamında hiç de öyle sürmedi. Orijinaliyle karşılaştırabildiğim kadarıyla aslına sadık bir üslûpta devam etti gitti, belki hattâ biraz da çocuk dergisine uyacak şekilde -sansürlendi demeyelim- törpülendi.

6 Aralık 2012 Perşembe

Son Dandy!


İngiltere'nin en uzun ömürlü çizgi dergisi The Dandy 75. yıldönümünde son baskısını yaptı!

75 yıl önceki 1. sayısını ilâve olarak veren dergi, 100 sayfalık özel bir baskıyla bayilerde yerini son kez aldı.

"Yayıncı DC Thompson, 4.aralık.1937'de başladığı yayın hayatını bundan böyle online sürdüreceklerini söyledi."

Bu kararın alınmasında en önemli etken, 1950-80 arasında haftada 2milyon satılan bir piyasadan, bugün haftada 8000 tiraja düşülmüş olması tabi...

DC Thompson bu açıklamayı ağustos ayında yapmıştı. Bugün internette dahil olduğum İngiliz ÇR gruplarındaki bir çok üye, 'Son Dandy'i arayıp bulamamaktan dertliydiler.

İngiliz çizgimizahı pek hoşlandığım bir tarz değildir. Ve buna paralel olarak sadece bu içerikli yayın yapan Dandy gibi dergiler de pek ilgimi çekmemiştir ama bu duruma üzülmemek de mümkün değil. Çizgi yayıncılığında böylesi bir olay, bir dönüm noktası sayılır, üzerinde düşünülmelidir. Her alanda herşeyin çok hızla değiştiği günümüzde, süreçler bünyelerinde yaman çelişkiler barındırıyor. Bu da yakın gelecekle bile ilgili güvensizliklere yol açıyor içimizde. Çizgiromanın da bunun dışında kalmadığını görmüş bulunuyoruz...

Ne diyelim?.. 'Hayırlısı' mı diyelim?


* Zor bulunur kapak resmi için Blimey'e teşekkürler.